4 Ağustos 2016 Perşembe

... K..A..B..U..S..



Çocukluğumdan beri dar mekanlardan sıkılır ve bu tür yerlere girmeyip kaçardım. İleri yaşlarda bunun bir hastalık olduğunu anlamış, fakat bu illetten bir türlü kurtulamamıştım.

Oysa ki o dar yerlere, şimdi ister istemez girecektim.

Beni sarıp sarmalamışlar ve uzunca bir tabuta yerleştirmişlerdi. Çevremde dolaşanların seslerini gayet iyi duyuyor ve . gözlerim kapalı olmasına rağmen, her nasılsa onları görüyordum.

— Genç yaşta öldü zavallı!. diyorlardı. Halbuki ne kadar çok işleri vardı.

Gerçekten de birçok işim yarım kalmıştı. Meselâ, oğluma iyi bir işyeri açamamış, araba ile renkli televizyonun taksitlerini henüz bitirememiştim. Büyük bir firma kurup, dostlarımı orada toplamak da hayâl olmuştu. Üstelik kış çok yaklaştığı halde odun kömür işini halledememiş ve çatının akan yerlerini aktaramamıştım.

Yarıda kalan işlerimi arka arkaya sıralarken, kulaklarımı çınlatan bir sesle irkildim. Sanki mikrofonla söylenen bu ses, beynimin en ücra köşelerinde yankılanıyor ve:

— Geçti artık geçti!. diyordu.

İçimden: “keşke geçmemiş olsaydı!.” diyordum. . Nereden başıma gelmişti o kaza bilmem ki? Halbuki ne kadar da iyi araba kullanırdım.

Olup bitenleri hatırlamaya çalışırken, dostlarımın çevremi sardığını ve içinde bulunduğum tabutun kapağını örtmeye çalıştıklarını fark ettim. Onları engellemek için avazım çıktığı kadar bağırmak ve çırpınmak istediğim halde ne kımıldayabiliyor, ne de bir ses çıkartabiliyordum. Biraz sonra koyu bir karanlıkta kalmış ve gözlerimi, tabutun tahtaları arasından sızan ışığa çevirmiştim. Dehşet içinde:

— Aman Allah’ım!.. dedim. Ne olacak şimdi hâlim?

Korkudan hiçbir şey düşünemiyordum. Bu arada omuzlara kaldırılmış ve sallana sallana götürülmeye başlanmıştım. Dışarıdaki seslerden yağmur yağdığı belli oluyor ve su damlacıklarının sesi, tabutumun gıcırtısına . karışıyordu.

Cenâze namazı için câmiye gidiyor olmalıydık.

Câmi deyince aklıma gelmişti. Çok yakınımızda olmasına ve her gün beş defa davet edilmeme rağmen, bir türlü vakit bulup gidememiştim. Ama her zaman söylediğim gibi, elli yaşına gelince namaza başlayacak ve herkesin şikâyet ettiği kötü alışkanlıklarımı terk edecektim.

Evet evet, şu kaza olmasaydı, ileride ne iyi bir insan olacaktım.

Daha önceden duyduğum ve nereden geldiğini kestiremediğim ses:

— Geçti artık geçti!. diye tekrarladı. Bitti artık!.

Biraz sonra namazım kılınmış ve tekrar omuzlara kaldırılmıştım. Mahallemizdeki kahvehanenin önünden geçerken, her gün iskambil oynadığımız arkadaşlarımın neşeli kahkahalarını işitiyor ve “herhalde ölüm haberimi duymamış olacaklar” diye düşünüyordum. Sesler iyice uzaklaştığında, eğik bir şekilde taşındığımı hissederek mezarlığa çıkan yokuşu tırmandığımızı anladım. Şiddetle yağan yağmurun tabuttaki çatlaklardan sızarak kefenimi yer yer ıslattığının da farkındaydım. Buna rağmen, dışarıda konuşulanlara kulak verdim. Dostlarımın bir kısmı piyasadaki durgunluktan bahsediyor, bir kısmı da millî takımın son oyununu . methediyordu. Tabutumu taşıyan diğer biri ise, yanındakinin kulağına fısıldayarak:

— Rahmetlinin tersliği, öldüğü günden belli!. diyordu. Sırılsıklam olduk ya!.

Duyduklarım herhalde yanlış olmalıydı. Yoksa bunlar, uykularımı onlar için feda ettiğim dostlarım değil miydi?

Yolculuğum bir müddet sonra bitmiş ve tabutum yere indirilmişti. Kapak tekrar açıldı ve cansız vücudumu yakalayan kollar, beni dibinde su toplanmış olan bir çukura indirdi.

Boylu boyunca yattığım yerden etrafa baktım.

Aman Allah’ım!.. Bu kabir değil miydi?

O âna kadar buraya gireceğimi neden düşünmemiştim?

Sessiz feryatlarımı kimseye duyuramıyor ve dostlarımın, üzerimi örtmek için yarıştığını hissediyordum.

Tekrar koyu bir karanlıkta kalmış ve bütün âcizliğimle dua etmeye başlamıştım.

— Yârabbi!. diyordum. Bir fırsat daha yok mu, senin istediğin gibi bir kul olayım. Ve kabrimi, Cennet bahçelerinden bir bahçeye çevireyim.

Aynı ses, her zamankinden daha şiddetli olarak:

— Geçti artık geçti!. diye tekrarladı. Her şey bitti artık!.

Mezarımı . örten tahtaların üzerine atılan toprakların çıkardığı ses gök gürültüsünü andırıyor ve bütün benliğimi sarsıyordu.

Son bir gayretle yerimden fırlayarak gözlerimi açtım. Odamdaki rahat yatağımda yatıyor, fakat korkunç bir kâbus görüyordum. Bitişik dairede oturan doktor arkadaşım, beni ayıltmaya çalışarak:

— Geçti artık geçti!. diye bağırıp duruyordu. Geçti bak, hiçbir . şeyin kalmadı!.

Yattığım yerden yavaşça doğruldum. Terden sırılsıklam olmuş ve sanki yirmi kilo birden vermiştim. Dışarıda sağanak hâlinde yağmur yağıyor, şimşek ve gök gürültüsünden bütün ev sarsılıyordu.

Etrafımdakilerin şaşkın bakışları arasında kendimi toplamaya çalışırken:

— Yarabbi!. Sana zerrelerim adedince şükürler olsun!. diyordum. İyi bir kul olmak için, . ya bir fırsat daha vermeseydin?

Piruze - Şam'da Bir Türk Gelin

Piruze - Şam'da Bir Türk Gelin Özeti


1968 senesinde Piruze 7 yaşındayken babasının tayına çıkar. Arnavutluk’ta Piruze’nin babası diplomattır. Piruze ananesinin ve dedesinin yanında kalır. Tatilde annesiyle babasının yanına gider fakat o yaz tatilinde gidemez çünkü küçük kardeşi Mesut dünyaya gelir. Sonra babasının görevi biter ve Ankara’ya döner. Bir yıl sonra babasının görev yeri Londra olur ve 1974’de bütün aile Londra’ya taşınır. 

Piruze ilk zamanlarda İngiltere’de çok zorluk çeker. İngilizce bilmez ve dahası Türk olduğu için arkadaşları onu küçük görür. Babasına neden onu küçük gördüklerini ve Türk’üm dediğinde güldüklerini sorduğunda babası ona İngilizce Türkiye anlamına gelen Turkey kelimesinin aynı zamanda Hindi anlamına geldiğini söyler. Fakat Piruze bu davranışlara daha fazla dayanamaz ve babası bunun üzerine onu farklı bir okula gönderir. 

Piruze liseyi Londra’da bitirir fakat daha sonra babasının tayini Şam’a çıkar. Tam Londra’ya alıştıktan sonra Şam’a gitmek Piruze’ye çok zor gelir. Piruze Londra’ya geri dönmek ister fakat babası buna izin vermez. O da Şam’da özel bir okulda İngilizce öğretmeni olarak işe başlar. 

Piruze komşusunun kızı Mira ile yakın arkadaş olur ve sürekli her yere birlikte gitmeye başlarlar. Böyle gezmelerin birinde Piruze Wassım ile tanışır ve ikisi de birbirlerine ilk görüşte aşık olurlar. Wassım şiirler ile Piruze’nin kalbini çalar ve Piruze yeni aşkını ailesine açıklar fakat babası bu aşka karşı çıkar. Ne yaptılarsa Piruze’yi bu aşktan vazgeçiremezler ve bunun üzerine babası tayinini ister. Bunun üzerine Piruze Wassum ile konuşur ve hemen evlenmeye karar verirler. 

Piruze’nin babası ve annesi bir ay sonra Macaristan’a gider ve Piruze Şam’da kocası ile kalır. Piruze çok mutludur ve balayına da İngiltere’ye giderler. Bu sırada Piruze hamile kalır. Piruze ilk çocuğunu doğurduktan sonra kayınpederi ona pırlanta yüzük hediye eder. Çok geçmeden Piruze tekrardan hamile kalır ve ikinci çocuk içinde kayınpederi ona inci gerdanlık hediye eder. Fakat kayınpederi torunu ile oynarken fenalaşır ve ölür.

Wassım çocukları için bir bakıcı tutar. Fakat bir gün bakıcı Wassım’ı başka kadınlar ile görür fakat Piruze’ye söyleyemez. Daha sonra Wassım Piruze’ye haber vermeden annesinin evine taşınma kararı alır ve bakıcının görevine son verir. Bundan sonra Wassım tamamen farklı biri olmaya başlar. Piruze’yi döver, eve gelmez ve Piruze’nin dışarı çıkmasını yasaklar. 

Bu sırada Piruze’nin çocuğu hastalanınca hastaneye götürürler ve hastaneye gitmişken kendini de kontrol ettirir ve yine hamile olduğunu öğrenir. 

Evde Piruze’ye kötü davranılınca Piruze hastalanır. Bunun üzerine Wassım’ın Londra’da doktorluk okuyan kardeşi onları Londra’ya çağırır. Üçüncü çocuğun doğmasından sonra Wassım pek istemese de Londra’ya giderler. Wassım’ın kardeşi Piruze’nin güzelliğini ve girişkenliğini görünce ona Şam’da bir dükkan açmak ister. Bunun üzerine geri döndüklerinde Şam’da Piruze’ye bebek giysileri satan bir dükkan açarlar. 

Dükkan sayesinde Piruze yeniden dışarı çıkabilmeye başlar ve kocasının neler yaptığını soruşturmaya başlar. Daha sonra kocasının birçok ilişkisi olduğunu ve bunlardan biri ile evlenmek üzere olduğunu öğrenir. Durumu kayınvalidesi ile paylaşır. Kayınvalidesi bunlara inanamaz ve oğlu ile konuşur. Bunu duyan kocası Piruze’yi bayıltana kadar döver. Piruze kendine gelince Sevim hanımdan yardım ister ve Sevim hanım onu alıp tedavisini kendi evinde yaptırır. Piruze bir aylık tedaviden sonra kendine gelebilir ve kaçma planları yapmaya karar verir. Fakat kanunlar gereği kocasının izni olmadan Şam’dan çıkamaz. Bunun üzerine Piruze çocukları ile birlikte kaçmak için kocası konsoloslukta çalışan Mira’dan yardım ister. 

Piruze ve çocukları için uçak biletleri hazırlanır ve tam uçağa binecekleri zaman Wassım çıka gelir. Bunun üzerine Piruze çocuklarını bırakmak zorunda kalarak hemen kaçar. Konsolosluk yardım eder diye oraya giderler fakat konsolosluk kapalı olunca bir hotele yerleşirler. Piruze Mira’nın herşeyi Wassım’a söylediğini öğrenir ve şok olur. 

Piruze tren ile Lazkiye gider. Buraya vardıktan sonra Samandağı hudut kapısına gider ve pasaportunun içine 100 dolar koyarak görevliye uzatır. Fakat görevli geçmesine izin vermez ve geri gönderir. Bunun üzerine Piruze 100 dolar daha verir ve gerekli izni alır. Piruze sonunda Suriye sınırını geçer ve Türk tarafına geçer fakat fenalaşır ve bayılır. Kendine geldiğinde sınır karakolunda bulur kendisini. Kendini tanıttıktan sonra İstanbul’a gitmek istediğini söyler ve İstanbul’un yolunu tutar. İstanbul’da arkadaşı Oya’nın yanına gider. Bir avukat ile anlaşırlar ve boşanma işlemlerini başlatırlar fakat çocuklarını alamaz. 

Bir gün Piruze’nin çalıştığı dükkana bir kız gelir ve Arapça konuşur. Piruze ona yardımcı olur ve çay teklif eder. Kız kendinden bahsetmeye başlar. Lübnan’lı olduğunu ve Amer adındaki erkek arkadaşının Şam’dan olduğunu söyler. Bunun üzerine Piruze oğlu olduğunu anlar ve onunla buluşmak ister. Böylelikle Piruze 21 yıl 4 ay ve 20 gün sonra evladına kavuşur. Ana oğul hasret giderirler fakat Amer annesinin havaalanında onları bırakıp kaçmasını hiç unutamaz ve annesine “Seni hiç unutmadık anne” der.